Herkese Merhabalar,
Çook uzun bir aradan sonra... Kasımdan bu yana yazmamışım. Zaten araları uzun oluyordu ama bu sefer çok uzadı. Hem ülkenin hem de benim kişisel gündemim öyle hızlı değişiyor ki neredeyse niye bu kadar uzun zaman oldu bilmiyorum, diyeceğim. Ama bu süre içinde hiç boş durmadım. Sürekli çalıştım. Araların en büyük nedeni de fotoğraf çekme konusundaki özürüm. Gündüz çalıştığım için genellikle hobilerim geceye kalıyor. Gecenin bir yarısı uyku gözümden akarken elimdeki işi bitirmeye çalışıyorum. Bitiremezsem ya da yapamadığım bir şeyi halledemeden yatarsam uykumda ya onu görüyorum ya da rahatsız bir uyku uyuyorum. O yüzden işimi bitirince belki bir saat daha geç yatıyorum ama mışıl mışıl uyuyorum. Tabii bu arada fotoğraf çekme işi yarına kalıyor. Yarın başka bir işe başlıyorum ve bu böylece gidiyor. Giysi dışındakileri çekmek biraz daha kolay ama giysileri çekmek için birine ihtiyacım oluyor ki ev ahalisini ikna etmek hiç de kolay değil. İki kareden sonra, hele ki iyi çıkmamış ise fotoğraf çekme işi "Amaan, sen de hiçbir şeyi beğenmiyorsun" lafı ve elime tutuşturulmuş fotoğraf makinesi ile sonlanıyor.
Neyse dönüş sebebim yeni koltuk kılıflarım. Daha önceki
kılıflarımı dikerken çok bunalmış ve bir daha asla dikmem demiştim ama yine gözümü karartıp yeniden diğer takımım için diktim. O yazımda tüm detaylarını anlatmıştım ve hala en çok okunan yazım oluyor kendileri.
Koltuklarım 18 senelik ama mobilya sektörünün markalaşmasının başlangıcında yani 1999'larda alındığından malzemesi çok sağlam, kullanışı çok rahat ve bence hala oturma odası için ideal. Oğlum da kanapelerden atlama ve kırma heveslisi olduğundan yenisini almak yerine kılıf dikmeyi daha uygun gördüm. Aslında itiraf etmeliyim ki biraz da evdeki her şeyde kendimden bir şeyler olmasını çok seviyorum. Bu sebepler bir araya gelince gözümü karartıp taa Kayseri'deki kumaşçımı aradım ve gül kurusu renginde tay tüyü kumaş sipariş ettim. Rengini bile görmeden. Çünkü satıcı amcanın telefon, bilgisayar gibi teknolojik araçlarla hiç arası yoktu ve "resmini atsanız da rengini görsem bari" dememe hiç kulak asmadı. Eve 30 metre kumaş gelince de bana bir an önce başlamak düştü.
Kanapenin ilk kumaşı böyle değildi. Ama ilk halini göstermem mümkün değil. Şöyle söyleyeyim ki yıllar evvel kızım daha 3 yaşındayken bir gün odaya girdim ve kızımın bacaktan aşağısı görünmüyordu, çünkü kanapenin döşemesinin içindeydi. "Ne yaptın" sorusuna cevabı "çok üşüdüm ve ayaklarımı içine soktum " oldu. Döşemenin çok hafif eriyen yerinden parmaklarıyla yer açmış bacaklarının tamamını da o delikten içeri sokmuş. Zaman geçtikçe oğlum da açılan o deliği büyütmekte bayağı yardımcı oldu ve ben kanapeyi polar bir örtü ile kullanmak zorunda kaldım. Günde beş yüz kere düzelterek tabii.
Bu yüzden işe evdeki bir nevresimi kanapenin yüzüne dikerek başladım.
Yan kolçaklarını da kanapenin ana bölümünden ayırarak ayrıca fermuarlı olarak dikip tekrar monte ettim. Aşağıda görünen alt kısmını cırt cırt bantla yaptım. Cırt cırt bandın bir parçasını kumaşa diktim, diğer kısmını kumaş zımbasıyla kanapeye zımbaladım ve birleştirdim.
Sandık kısmını aşağıdaki şekilde diktim. Kaymasın diye lastik geçirip lastiği kanapenin metal aksamına tutturdum.
Diğer kısımlarını kumaşı kanapeye tersten giydirerek ve üzerine teyelleyerek yaptım. Tüm parçalar fermuarlı ve çıkarılabilir şekilde. Her tarafı döşeme gibi tam oturuyor ve kayma ihtimali olan her yer lastikle sıkı sıkıya arkaya tutturulmuş halde. İşte sonuç.
Yastıklar için aldığım kumaşı ponpon şeritle birlikte diktim. Onlar da fermuarlı.
En zorlandığım kısım koltuklar oldu. Sırt koyma yerini hafif yuvarlak yapmışlar. Ne yapsam olmadı, en sonunda kendi döşemesinin üzerine koyarak dikiş yerlerinden işaretledim, kumaşı kesip diktim. Alt kısmını sabit minderin altına sıkıştırıp lastik geçirdim. Oturma yerini ayrı bir kılıf olarak dikip etrafından geçirdim.
İki ay kadar süren bir çalışma oldu. Sonuç içime sinince yorgunluğum geçti gitti. Görüşmek üzere...